Tuesday, November 26, 2013

Valmont, Dans La Maison

Valmont  Choderlos De Laclos'un unutulmaz klasiği Tehlikeli İlişkiler uyarlamalarından halen izlememiş olduklarımdan biriydi. Milos Forman bu adaptasyonda öykü dışına epey çıkmış ve anlatımının çoğunu dönem detaylarını göstermek ve feminist vurgulamalar yapmaya ayırmış. Şimdi kadın eşitliğini savunan her eser başımın tacıdır o açıdan ancak hikaye paçoz olmuş be abi. Sen ne yaptın, aşkı yok etmiş bir kere ki bu kitabın en önemli kısmı benim için aşkın gücüdür (bu sebepten G.Kore adaptasyonu The Untold Scandal halen bence bir numara). Ne aşk kalmış ne insani bir duygu. Sadece bir iktidar savaşı ve elde etme isteği var kitapta. Ha dönem kostümleri, pazar yerleri, evler, çeşitli mekanlar gayet güzel ve detaylı verilmiş, ama bu yetmiyor zira süreside baya uzun. İkinci sorun aktör seçiminde yaşanmış. Hayır aktörler yetenekli, performanslar gayet güzel ama hiç biri rolünün adamı olamamış. Hepsi ama hepsi sırıtmış. Neyse en azından görmüş oldum ama bana başka birşey vermedi. Colin Firth bile normalde en azından göz zevkimi okşardı, burada kendisine hiç yakışmayan aptal bir saç modeliyle endam ettiği için sinir etmekten başka bir işe yaramadı.

Dans La Maison bu film çok güzel çıktı. François Ozon benim her yaptığını beğendiğim yönetmenlerden değil (hoş bundan başka epi topu iki filmini izledim) ama bu en sevdiğim filmi oldu. Bir kere konu çok hoşuma gitti. Lisede bir edebiyat öğretmeninin öğrencilerinden biri, verdiği sıradan ödevi birdenbire çok renkli hale getirir. Başka bir öğrenci ile ilgili hafta sonu yazdıkları, devamı var diye biter ve hem öğretmeni, hem de sanat galerisi yöneten eşini pek meraklandırır. Bu tefrika usulu hikaye ilerlerken biz öğretmenin - ki kendisi de zamanında kitap yazmış ama yetenekli olmadığını bilecek kadar aklı varmış- bu gencin yeteneğini geliştirme çabaları ve öğrencinin hikaye ile ilgili neler yaptığını görüyoruz. Bayıldım, bayıldım. Kesinlikle tavsiye ederim. Öğrenci rolündeki Ernst Umhauer o kadar iyi idi ki, neredeyse ne kadar göz okşadığını bile unuttum. 

Edge of Darkness


Edge of Darkness (İntikam Peşinde) yine bargain shelf'ten aldığım bir dvd oldu. Nedense halen Mel Gibson'ın oyunculuğunu severim. Onun için aldım. Sonra baktım ki yönetmen Casino Royale'i de yöneten Martin Campbell mış. Neyse bir ümit başladık ama maalesef film iyi çıkmadı. En büyük sorun senaryo ve kurgudaydı bence. Neredeyse hiç akmıyordu mübarek. Herşey tutuk, diyaloglar sahnevari ve kendini gereksizce önemseyen bir havadaydı. Aktörlere kusur bulamıyorum  zira hepsi işini en ala şekilde yapmış. Açılış sahnesi çok güzeldi. Kızın vuruluşuna kadar sadece bir hatayla aktı gitti. Ama sonra bozuldu ve bir daha toparlanamadı. Hiç tavsiye etmiyorum bu filmi. 

Grudge



Grudge (Garez) elime D&R bargain shelf'ten geçti. Aslında Japon versiyonunu izlemiş ve öyle aman aman korkmamıştım. Bu Amerikan yeniden çevrim neredeyse tamamen aslının aynısıydı. Sonra yapım belgeselini izlerken amacın tam da bu olduğunu iletti yapımcı Sam Raimi. Ben de batılı algılaması mı var bilmem ama benim bu hali daha çok hoşuma gitti. Ha uyumadım mı, tabii ki korku filmi ve uyku klasiği bozulmadı ve filmin sonlarına doğru horul horul uyudum ama uyanınca çoğu zaman yaptığım gibi kaldığım yerden devam ettim. Ve  normalde pek az olan bir şey oldu ve ben kabus bile gördüm filmden sonra. Neyse Japon versiyonundan farkı burada Batılı aktörlerin olması. Beni Japon versiyonundan daha fazla korkuttu.

Last Cinderella

Aşağıdaki yazının her tarafı spoiler dolu, bilginize.






Bu Japon dizisini sadece diğer bloglarda çok beğenildiği için seçmiştim. Basit ve eğlendirici bir rom com isteğiyle izlemeye başladım. Beklenileni verdi ama öyle derinden etkilemedi beni. Kahramanımız 40 yaşına merdiven dayamış bir kadın kuaförü Sakura (Ryoko Shinohara). İki tane yakın arkadaşı var biri Charlotte figürü diğeri Samantha figürü (Miranda'yı atlamışlar :) ). Neyse bu kadıncağız çalıştığı kuaförde (bir zincir firmanın şubesi) hak ettiği Şube Müdürlüğü'ne bir türlü getirilmemektedir. Bunun nedeni dizide tam açıklanmasa da kendisinin tamamen müşteri memnuniyeti odaklı çalışması, olayın finansal boyutunu fazla dikkate almaması olabilir. Derken şubeye bunun çok yakın bir erkek arkadaşı olan Tachibana (Fujiki Naohito) müdür olarak atanır. Aynı yaşlarda ve aynı hayat tarzında oldukları için güzel anlaşırlar ve hatta komşu olurlar. Neyse bu arada kuaför salonunun devamlı müşterilerinden bir kız Tachibana'ya sağlıksız ve saplatılı bir sevgi duymaktadır ve Sakura ve Tachibana'nın rahat ve eğlenceli iletişimini kıskanır ve üvey kardeşi Hiroto (Miura Haruma)'dan Sakura'yı baştan çıkarmasını ister. Hiroto 24 yaşında pro biker bir genç olup küçükken bu deli üvey kardeşin sırtını kazara yaktığından ve iz bıraktığından dolayı, deli kardeşe karşı kendini sorumlu hissetmekte ve hemen hemen ne derse yapmaktadır.

Tabii bu baştan çıkarma sürecinde Hiroto Sakura'nın güzel ve temiz kalbinden ve iyiliğinden çok etkilenir, iş sahtekarlıktan çıkar ve gerçek aşka dönüşür. Yani Sakura doğursaydı Hiroto kadar çocuğu olacaktı neredeyse ama o da kendini bu yakışıklı (Allah için güzel çocuktu bu aktör) ve sorunlu gence kaptırır. Bu arada Tachibana ile gayet iyi bir ilişkisi vardır ve Tachibana da aslında Sakura'ya aşık olduğunu farketmiştir.
Şimdi Sakura'nın prensi kim olacak? Benim oyum yaş ve uyumdan dolayı Tachibana'ya gitti zira gayet güzel anlaşıyorlar ve birbirlerinin yanında çok rahatlardı. Ancak beklediğim olmadı ve Sakura Hiroto'yu tercih etti ve mutluluğa yelken açtılar.

Bu dizi beni ilk izlediğim (ve genellikle Kimu Taku'nun başrolde olduğu) diziler kadar sarmadı. Hatta bu dizinin son bölümünü izler izlemez hemen bir Long Vacation izleyesim geldi. Her taraf dağınık ve toplanmak için dolapların yapılmasını bekliyor olmasaydı bulup izlerdim bile belki. 

Thursday, November 21, 2013

Aliens 2

Dün gece bir Hint filmi izlesem mi diye düşünürken, karnım çok acıktığı için Life ile beraber önce bir yemek yiyeyim dedim. Sonra aklıma Inuyasha geldi ne zamandır izlemiyordum ve heyecanlı bir yerde kalmıştı. Sonra Life beni  mıknatıs gibi kendine çekti. Bir ara bölüm bitiminde (Life'ta bölümler epey uzun) baktım saat 21:30 ve hala canım birşeyler yemek istiyor. Son iki gündür günde 500 kalori civarı aldığım için olsa gerek bir bezginlik, bir uyuşukluk. Haydi Elif dedim, kaldır kendini. Sonrasında tepsiye bir Lays Fırında Baharatlı ve meyve suyu (evde Annem'e geçmiş olsuna gelen ziyaretçilerin getirdiği bir meyve suyu bolluğu yaşanıyor ve maalesef hiç biri benim sevdiğim Dimes şeker katkısız kırmızı meyveler değil) Tamek kan portakalı etc. ve fotoda gözükmese de vazgeçilmezim Tadım tuzsuz ayçekirdeği +  



yine kardeşimden ödünç aldığım Aliens'ı koydum ve güzel güzel izledim. Bu film ben sadece bir kez izlemiş ve fazla etkisinde kalmamıştım. Bu sefer James Cameron'un ustalığını bir kez daha takdir ettim. Action gayet güzel ve en önemlisi kadınlar daha iyi bu konuda erkeklerden. Newt'i oynayan küçük kızın pek iyi bir aktör olmaması (ki aslında çok sorun değildi zira pek şekerdi ve fazla bir şey yapması gerekmiyordu) dışında beni rahatsız eden bir durum yoktu. Tabii ki yorgun beden bir ara yine uykuya daldı (yahu nedir benim bu Alien ve slasher filmlerinde fosur fosur uyumam anlamıyorum. Bir insan Alien, Aliens, Halloween ve Saw II ve Saw III'ü izlerken uyuya kalır mı? Kalır işte, ben Hsai Hou Hsien, Nuri Bilge Ceylan filmlerinde pür dikkat, nasıl bir bünye bu çözemedim) Neyse Ripley şahane bir film karakteri, hem akıllık, hem becerikli hem de iyi kalpli. Ancak Alien Ana'yı tufaya getirmesi kısmında irkildim biraz kendisinden. Yahu zaten bütün gezegeni patlatacaksın, ne demeye söz verip sözünden dönüyorsun. Bak işte bu kötülüğü yaptın ama üçüncü filmde bir sürü insan katloldu. O yumurtaları ateşe vermeseydi bütün gezegen patlayacak Alien ırkı yok olacaktı.

Neyse sonuçta gayet güzel bir akşam oldu. Ayrıca çok uğraşığ bir türlü geçemediğim Candy Crush Quest I geçtim!!!!

Tuesday, November 19, 2013

Monster's Ball

Dün gece düşün taşın bari Monster's Ball'u yeniden izleyeyim dedim.


Fotodaki dvd'yi kardeşimden ödünç aldım. Görüldüğü üzere her nedense Halle Berry'nin Swordfish'teki hali var kapakta (Bu arada o saçlara bayılıyorum, yani Swordfish'teki saçlarına). Neyse Türkçe'ye mantık itibariyle Kesişen Yollar olarak tercüme edilmiş bu film bu ikinci izleyişimde her nedense beni pek sarmadı. Oyuncularla falan ilgisi yok (Halle Berry'nin herkesçe sevilen performansını dengesiz ve aşırı buldum bu sefer)   hikaye gayet güzel ama Billy Bob'un her zamanki gibi mükemmel oynadığı Hank karakteri sanki bir anda çabucak değişiverdi öyle. Yahu kaç yaşına gelmiş adam, kazık kadar oğlu var, ırkçı babasının her dediğini yapıyor, kıçının kılları ağarmış ve birden bire ya içindeki iyi insan kutusundan fırlıyor, ya da post travmatik stres sendromu yaşıyor (ikinci şık ise zavallı Letitia). Şimdi ben de atonement konseptini anlıyorum. Hele de hem annesi hem de oğlu intihar etmiş bir adamın silkinip kendine gelmesi pekala mümkün ama kardeşim bir ay içinde olmaz ki bu. Neyse bütün bu düşünceler muslukların açılmasına engel değildi tabii ki de.
Bu arada film bitti, special features'dan biraz bir şeyler de izledim. Candy Crush falan oynadım ama saat hala 21:30'du. Tabii ben de hemen Keith abimizin anılarına yöneldim.

Neyse bu akşam uzun zamandır ihmal ettiğim Hint filmlerine dönüş yapayım bari. Uzun süreleri itibarıyla her halde kış geceleri için daha uygun olacaklar.

Aslında Queen In Hyu's Man'e de başlayabilirim ama Malezya'dan gelecek dvd'leri bekliyorum. Brain Brain gel bana. 

Kızılgerdan (Redbreast) - End, Bright Star, Life

Eveeeet. Dün Kızılgerdan bitti. Aslında 2.Dünya Savaşı, Naziler vs. bahsinden kitaba soğuk bakmıştım (ve kardeşimden ödünç aldım) ayrıca Harry Hole The Bat'te beni çok cezbetmemişti. Acayip melodramatik bir hikayesi olan ve alkolik bu adam nedense beni hiç etkilemedi (ne bileyim bir Rebus, bir Kay Scarpetta gibi değil). Fakat kitap vasat çeviriye ve basım hatalarına rağmen beni baştan itibaren aldı götürdü. Hiç sıkılmadım, uykum gelmedi bomba gibi başladı ve öyle devam etti. Yine Harry beni çok etkilemedi ama kitabın kendisi, 2.Dünya savaşında Almanya'nın yanında çarpışan Norveç'liler, bunların geri dönüşü ve sonraki hayatları, Harry'nin ortağı ve ilk görüşte aşık olması ve aşık olduğu kadının yaşadıkları. Ayrıca çok tehlikeli bir kötü karakterin pir ü pak kalması ve yakalanamaması (umarım bu neo Nazi serinin sonraki kitaplarında yakalanır).
Evet tabii ki de şimdi bu seriden başka kitaplar da aldığım için çok mutluyum.

Neyse bundan sonra ne okusam diye düşünerek okunacak kitapların arasına daldım. Önce elime Cold Mountain geçti. Fakat sonra düşündüm bir savaş + aşk öyküsü daha okumak istemedim, diğerinin hemen ardından. Bir kitap bitince ondan tamamen farklı bir kitap okumayı daha çok seviyorum ben.

The Wind-up Girl'e gitti elim bir ara (çok okumak istiyorum) ama onda da polisiye bir taraf var gibi geldi. Tabii Ian Rankin ve Ruth Rendell'de bana göz kırptı ama onları da polisiye olduklarından eledim. Sonra Anthony Bourdain'in kitabını mı alayım, yoksa Clint Eastwood'un biyografisini mi okuyayım derkeeeeen


da karar kıldım. Çok fazla bir müzik bilgim olmamasına rağmen ve The Beatles çok dinlediğim bir grup olmasına rağmen ve John Lennon'a bayılmama rağmen Beatles mı Stones mu deseler Stones derim her zaman. Nedense onların şarkıları bana daha gerçek geliyor. Neyse Keith Richards bey Rolling Stones grubunun gitaristi olup, genellikle sürekli "kafa bir dünya" dolaşmasıyla biliniyor.
Neyse fotodan da görüldüğü üzere kitabı öğle tatilimde Şirket'in spor salonunda yürürken okudum ve gayet güzel başladı. İngiliz edebiyatını, İngiliz mizah anlayışını seven birisi olarak daha müzik konularına gelmeden bile sanki adam karşımda muhabbet ediyor gibi keyif almaya başladım.


Dün gece Jane Campion'un yönettiği Bright Star'ı izledim. Onu da bir iş arkadaşım ödünç verdi. Ünlü İngiliz şair John Keats ve sevgilisi Fanny Browne'ın aşkını anlatan film beni hiç beklemedim bir anda acayip duygulandırdı. Öncelikle şiire hiç bir düşkünlüğüm yok. Herhalde bunca yıllık hayatımda 1 ya da 2 şiir kitabı almışsam almışımdır ki ondan bile şüpheliyim. O yüzden şiir kısımları beni pek duygulandırmasa da olayların gelişmesi ve SPOILER


kızın Annesi'nin çocuğu evine almayı kabul etmesi, evlenmelerine izin vermesi, saf ve temiz aşkları derken bir baktım musluklar açılmış. Hem de ne açılmak. Ben bile bu tepkiyi beklemiyordum (zira Jane Campion filmlerini severim ama beni duygulandırmazlar). Neyse sonunda izlediğime sevindiğim bir film oldu. 

Monday, November 18, 2013

Not so Fruitful Weekend of Films, The Great Chef - End

Joshua Meh

The Possession Meh

The only good film I tried to watch this weekend was The White Ribbon and unfortunately for some unknown reason the recording stopped probably at about 3/4 of the film. Now I need to either record it again (properly this time) or get the dvd (which may actually be a good idea since I like it a lot).

I have finished the 24th and final episode of The Great Chef last night and it was good to the last drop. I love Sung Chan and the way everything is resolved. He through his goodness reconciled with people who you'd never think he'd look at twice. And at least now everyone is sort of happy and neither of the brothers are actually at Unamjung. I still do not like Sung Chan and Ji Soo and would much rather Sung Chan ended up with Joo Hee but alas one cannot have everything. This ended up being a good ride and tears flowed at appropriate places.

Still reading and loving Redbreast, this one is so much better than both The Headhunter and The Bat.



Friday, November 15, 2013

The Blind Assassin - End, Kızılgerdan (Redbreast), The Great Chef Eps. 14

 First of all The Blind Assassin ended to my dismay (I can't believe I have not picked up every single one of Margaret Atwood books at the second hand bookstores in SF.) It is one of those special books that made me want to write. There are many writers who are my favorites but only very few who inspire me to just write and it seems like Margaret Atwood is one of them. Too bad that I have not the talent, nor the discipline. If I had the former I'd be compelled to write and if I had the latter then I'd have a more productive   time pass (not really more useful, just more productive). Anyway needless to say, I LOVED it.

Then I have started Kızılgerdan (Redbreast) which is translated to English from Norwegian and then to Turkish from that English and it shows. But to my surprise I find that I'm enjoying it very much (when I skimmed at the back of it, the neo nazi plot turned me off - hate faschist of any kind, I don't like war even in fiction) but this one is interesting and there is a romantic story too. I find it a better novel than The Bat. And I don't even care for the mystery.

As for the The Great Chef it falls victim to that time of the month. I keep falling asleep and couldn't even finish 3 episodes last night. I'm hoping I'll do better tonight since I actually like the show and Sung Chan. But recently it just doesn't have any thrills that glues to me to screen. 

Tuesday, November 12, 2013

The Great Chef Eps. 7, 8 & 9

Last night The Great Chef did not dissapoint. The mysterious angry restaurant owner'd back story was very touching (again tears were shed on my part) and Sung Chan is such a good guy with all the right values but he is also not stupid. He was perfectly aware that Bong Ju uses Min Wu to do his dirty work and comes out smelling roses saying that he didn't authorise any of it. At the end of episode 9 Sung Chan put this out in the open! Bong Ju should not think that Sung Chan is stupid just because he refuses to do bad things. I feel for Sung Chan and it looks like the OTP is the journalist girl (this plot line is so skimpy but they are holding on to it) rather than the georgeous secretary. Bong Ju is after her anyway but I though she and Sung Chan would make a nice pair. I hope that this lady is smart enough not get corrupted just because her secret love is not reciprocated (actually if she made her move one year ago then Sung Chan will surely accept it) Now Sung Chan is hanging out with the fake Sam Soon journalist more and more.


Monday, November 11, 2013

The Great Chef - Eps. 4, 5 & 6

The Great Chef is slowly but surely sucking me in. Actually I have shed unexpected tears during episode 6. I'll like this show better if it keeps on giving us snippets of lives with each episode. I'm hoping that angry restaurant owner will develop into a story.

Sadly I cannot hold off The Blind Assassin any longer. I'm loving it so much that I -try to- read sparingly but it is still coming to an end. 

Under The Hawthorn Tree, Seconds Apart, Oz The Great and Powerful, The Great Chef Eps. 1, 2 & 3

 Under The Hawthorn Tree  Zhang Yimou has always been a fave director of mine. This one is a huge weepy but told in his great storytelling style, with wonderful actors and good characters. It is so hard to meet good characters in films nowadays. They are not as complicated I suppose. But I love them and I loved this film. Also whatever political concerns he had was subtly presented.

Oz The Great and Powerful Good intentions, decent visuals and I watched it to the end. James Franco is so likable no?

Take This Waltz  Only watched this one because of good cinematography and art direction. It was so visually pleasing that I didn't mind the whole unnecessaryness of the story.

Seconds Apart yet another horror film that put me to sleep.

I have started The Great Chef last night and despite the fact that there is not much romance and Nam Sang Mi is such a Kim Sun Ah acting as Sam Soon wannabe that it is kind of annoying. I plan to go on with it since FOOD. Great visuals of food being sourced, prepared and presented. I also like challenges etc. and these episodes are all about that. Also Sung Chan is a character I like best a good person.

Meanwhile sadly The Blind Assasin approaced to the end. And it gets better and better with each page.  

Friday, November 8, 2013

An Officer and a Gentleman

An Officer and a Gentleman is an all time fave and it actually gets better with repeated viewings. This time was no exception.

Meanwhile I don't want to finish The Blind Assassin. It is just too good.

Tuesday, November 5, 2013

Kumral Ada Mavi Tuna - End, The Blind Assassin

Well last night was reserved for Kumral Ada Mavi Tuna only and it didn't dissapoint. I have found out that this novel is translated into English (along with three other languages) as Mediterranean Waltz. Haruki Murakami's novels taught me to appreciate surrealism woven into regular fiction and this one was such novel. Some parts of it were political and social observations / critiqué and I liked how they were included within. The characters seemed really one of those (unfortunately extremely) familar intellectual types going through existential crisis but as I read through their trials starting from childhood I started to like them and their worries seemed more organic as I read along. And Tuna character is the type of selfless romantic that I really  love reading in fiction. All in all this was a very good gift of literature so thank you Ms. Uzuner.

And almost started to read Redbreast by Jo Nesbo. It is the second book of the Hole series and there happened to be a Turkish translation in the house but I fear that the translation is from English (translated from Norwegian) but even though I enjoy reading his books I decided not to worry about this for a Jo Nesbo novel. Anyway in the end I decided against reading it right after Kumral Ada Mavi Tuna because it is in Turkish. I wanted to read something English so finally I have started 

The Blind Assassin by Margaret Atwood. Now I have been curious about Ms.Atwood's novels, especially The Handmaiden (sadly this was not available in any of the almost all secondhand bookshops in San Francisco and Berkeley I have looked into). So I got a short story book and this one. 
So far I'm intrigued and really into it. This is such a good feeling, starting to read a book and liking it immediately. 



Monday, November 4, 2013

Nice Guy - End, Passion, The Conversation, Funny Games U.S, The Salvation of a Saint - End

Well it turned out to be a very fruitful weekend.

The Conversation It is weird but I do like Gene Hackman better now that I'm old. I also liked this film very much. Despite the fact that I'm not fond of jazz and this film's soundtrack was all jazz. I also liked how people looked real in the films. Now most of the people on film or TV look weird, plastic.

Passion Now I like Mr.De Palma's visual sensibilities. I like Rachel MacAddams and Noomi Rapace. So I ended up liking this not very good and predictable film.

Funny Games U.S Nowhere near as effective as the original. Maybe because the actors in the first one were unfamiliar hence the horror of the whole thing looked very real, maybe because I knew what was going on or maybe because the exposition here was more prominent and I was kind of a turn off. All in all this one can't hold a candle to the original.

I also finished The Salvation of a Saint and loved it nearly as much as The Devotion of Suspect X.

Nice Guy ended with a band. I actually marathoned the last 5 episodes and not because I couldn't wait to see what will happen but more due to finishing it as quick as I can. Well I underestimated the power Song Joong Ki since his performance was so so good that I have found myself shedding copious amount of tears and worrying whether he'll be alright in the end. This one is not a good drama but at least SJK was worth it.